Babası İsfahan şehrinin önde gelen âlimlerinden birisiydi, din üzerinde derin araştırmalar yapmış, sonrasında İslami tebliğ çalışmalarında bulunmaktaydı. Lumban mahallesinde cami imamlığı yapıyordu.
Annesi büyük taklit mercilerden olan Muhammed Sadık Hatunabadi’nin kızı, helal harama çok dikkat eden, ibadetlerini aksatmayan mümine bir hanımdı. Böylesine maneviyat dolu bir aileye, yüce Allah 1928 yılının sonbaharında 24 Ekim günü, sonraları baqıyatus salihat olacak bir erkek evlat verdi.
Adını Peygamber efendimize olan saygılarından Muhammed ve kerbela şehidi imam Hüseyin’e olan sevgilerinden dolayı Hüseyin koydular. Babası Muhammed Hüseyin’i alarak sağ kulağına ezan ve sol kulağına da ikameyi okudu.
Eğitimi ve yaptığı çalışmalar
İlk ve orta öğrenimini İsfahan’da tamamlar, öğretmenleri üstün zekâsına hayran kalarak liseyi sonrasında üniversiteyi bitirerek iyi bir kariyer yapması için ısrar ediyorlardı. Oysa o Kum’a gidip İslami ilimler havzasında okumayı ve Ehli Beyt ilmini öğrenmeyi çoktan kafasına koymuştu ve ortaokulu bitirdikten hemen sonra 15 yaşında İslami eğitim almaya başladı.
Hüccetiye medresesinde küçük bir odada şehit Mutahhari, imam Musa Sadr ve Ayetullah Hamanei gibi arkadaşlarıyla, ilim ve tezkiye için büyük gayret gösterdi.1948 yılında hariç derslerine başladı. Hariç derslerinin yanı sıra felsefeye olan büyük ilgisi ve o zamanın toplumsal ihtiyacı gereği, sonraları Ehli Beyt mektebinin önde gelen âlimlerinden olacak olan ders arkadaşlarıyla Allame Tabatabai’den felsefe dersleri almaya başladı. Bu dersler üstad Mutahhari tarafından “Felsefenin Temelleri ve Realizm Metodu” adı altında kitap haline getirildi.
Kumdaki derslerini ilerlettikten sonra Tahran üniversitesine kayıt yaptırarak yüksek öğrenimini burada tamamladı. Sonrasında 1951 yılında Kum’a döndü ve bir lisede İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı.
1953 yılında yine kendisi gibi ulemadan olan bir ailenin kızıyla evlendi ve bu evlilikleri sonucu iki erkek iki de kız çocuğu oldu. Dört yıl sonra ilahiyat fakültesinde felsefe doktorluğu derecesini aldı.
Eserleri
Toplumsal ve siyasal çalışmalarının çokluğunun yanı sıra birçok eserde kaleme alarak günümüze ulaştırmıştır. Şehit Beheşti’nin yazmış olduğu kitapları şöyle sıralaya biliriz:
1-Namaz Nedir?
2-Kuran Açısında Yüce Allah
3-Tanıma
4-Dini Tanıma
5-Dinin İnsan Yaşamındaki Konumu
6-Hangi Din?
7-İslam’da Ve Müslümanlar Arasında Ruhaniyet
8-Direniş
9-İslami Bankacılık
10-Mülkiyet
Siyasal mücadelesi
1962 yılında imam Humeyni’nin Şaha karşı başlatmış olduğu harekete katılarak, İslam inkılâbının başarıya ulaşması için çalışmalarına başladı. İslami koalisyon hareketi din konseyi başkanlığına seçildi, buradaki çabaları sonucu âlimlerle halk arasında yakın irtibat kuruldu ve bunun organizasyonunda önemli rol oynadı. Aynı zamanda gelecekte kurulacak olan İslami hükümet konusunda geniş araştırmalar yaptı, kurulacak yönetimin anayasa taslağını hazırladı. Fakat şahlık rejimi faaliyetlerinin önünü almak için Kum’dan çıkararak sürgüne gönderdi.
1964 yılında Ayetullah Burucerdi tarafından Almanya’da İslami tebliğde bulunması için gönderildi ve burada Hamburg camiini kurdu, kiliseler, üniversiteler ve çeşitli kurumlarda birçok konferans verdi. Arabistan, Suriye, Lübnan ve Türkiye’ye seyahatlerde bulundu.1969 yılında ırak’a giderek burada sürgünde bulunan imam Humeyni ile görüştü, bu görüşme sonra İran’a döndü ve İran’da ulemayı siyasi bir organizasyon etrafında toplama konusunda yoğunlaştı. “Ulemayı halkla birleştirme” tasarısını bir model biçiminde gerçekleştirdi ve bir yıl sonra imam Humeyni’nin emri ve diğer âlimlerin katılımıyla bu, İslam Devrim Konseyi olarak kuruldu.
Şehit Beheşti, İslam Konseyi üyeliğinin yanı sıra, anayasayı hazırlamakla görevlendirildi ve bu işi uzmanların yardımıyla gerçekleştirdi. Birçok liberal görüşlünün karşı olmasına rağmen kesin delillerle “velayeti fakih”i anayasaya yerleştirdi.
İslam inkılâbının başarıya ulaşmasından sonra Ayetullah Hamanei ile birlikte İslam Cumhuriyeti Partisini kurdu. Şehadetine kadarda bu partinin başkanlığını yürüttü. Ayrıca imam Humeyni tarafından 1979 yılında yüksek mahkeme başkanlığına getirildi.
Onun en büyük arzusu Filistin’in Siyonist işgalinden kurtuluşuydu. İmam Humeyni’nin ramazanı son cumasını Kudüs günü ilan etmesiyle, bunun dünya çapında düzenlenmesi için uğraştı.
Şehit Beheşti, dış politikada ne doğu ve ne de batı prensibine bağlıydı, bu dünya görüşüyle inkılâbın sağlam temeller üzere kurulması, toplumda adaletin gerçekleşmesi ve emperyalizm karşısında mücadelede kararlık için büyük hizmetlerde bulundu ve bu yüzden İslam düşmanlarının hedefi haline geldi.
Şehit edilişi
28 Haziran 1981 yılında İslam Cumhuriyeti Partisinde büyük bir patlama gerçekleştirildi ve bu hain saldırı sonucu parti ve meclis başkanı olan Muhammed Hüseyin Beheşti, 72 arkadaşıyla birlikte şehadet şerbetini içti. Mübarek kabri Tahran’da Beheşti Zehra kabristanında bulunmaktadır.
Abbas SELİMİ, 1981 yılından beri İran’da yayın yapan birçok gazete ve dergide aktif rol alan bir araştırmacı yazar ve gazetecidir, aynı zamanda bilgisayar mühendisi olan Selimi İngiltere’de bulunduğu öğrencilik yıllarında ve İran’a döndükten sonra İran İslam devrimine katkılarda bulunmuştur.
Selimi, Şehit Beheşti ile defalarca yakından görüşmüş ve birçok yerde yanında yer almıştır. İran tarihi üzerine köklü araştırmalarda bulunan Selimi aynı zamanda İran tarihini araştırma kurumunun kurucusudur.
Sn Selimi, Şehit Beheşti ve kişiliği hakkında birçok söz söylenmiştir ama buna rağmen söylenmemiş birçok şey olduğuna inanıyoruz; sizce Şehit Beheştinin kişiliğini nasıl açıklayabiliriz?
Kaç boyutlu insanlar hakkında konuşmak çok zordur zira onların sadece kişiliklerinin bir boyutunu görebiliyoruz; siyasiler, kaç boyutlu kişileri sadece siyasi bir kişi olarak görüyorlar, dindar insanlar ise onların sadece dindarlıklarını görebiliyorlar ve… Yani tek boyutlu bir bakışla kaç boyutlu birisini tanıyamayız; şimdiye kadar bu insanlardan yararlanamamamızın sebebi de budur zaten. Toplumumuzda bu tür insanların çok olması gerçekten sevindiricidir ama bir insanın kaç boyutlu olması onları tanımamız açısından işimizi zorlaştırıyor.
Şehit Beheşti gibi bir şahsiyet için ahlaki kurallar ne kadar önemlidir? Şehit Beheşti’nin eşine yazdığı mektuplarını okuyordum; benim gibi insanların anlayamayacağı türdendi; siyasi ortamdan tamamen çıkıyor ve duygusal bir ortama giriyor, bu mektupları siyasi bir kişi değil de kavuşmak için saniyeleri sayan bir aşık yazmış gibidir.
O mektubu yazdığında Şehit Beheşti artık siyasi bir kişi değildir, eşine kavuşmak için adeta çırpınan bir aşıktır.
Bunun anlamı, Şehit Beheşti’nin bulunduğu ortamda olayın özüne eğilebilmesi midir?
Daha çok, kişiliğinin iki boyutlu olmasını söylemek istiyorum. Toplumumuzun en büyük sorunlarından birisi de insanlarımızın siyasete girdikleri tarihten itibaren birçok şeyi unutmalarıdır, ahlaki kuralları ikinci plana itmeleridir. Siyasi hedeflerine ulaşabilmek için yalan söylemeği kendilerine kabullendirebiliyorlar, insanları kandırmak ve birçok doğru olmayan işlere bulaşabiliyorlar. Ama kaç boyutlu insanların bu tür işlerden uzak durduğunu görüyoruz. Kısacası bu tür insanlar hakkında konuşmak çok zordur zira tek boyutlu bakışımızla bu kişinin kaç boyutlu kişiliğini incelemek istiyoruz. İmam Humeyni hakkında konuştuğumuzda, aklımızdaki beğendiğimiz imam’dan bahsediyoruz hâlbuki imam, kaç boyutlu bir kişi idi; siyasi kişiliği, irfani kişiliği, ilmi kişiliği ve başka kişilikler, ama bu kişiliklerin hepsini aynı anda gözümüzün önüne getiremiyoruz.
Şehit Beheşti’nin yanında, birisinin arkasından konuşulduğunda müdahale edebiliyorsa anında müdahale ederdi, gıybet eden kişiyi sustururdu, müdahale edemiyor olsaydı da oradan kalkıp giderdi; ama biz, sadece küçük bir siyasi tavırdan ötürü başkalarının arkasından konuşabiliyoruz, hem de kendimizi haklı görerek.
Yurt dışında öğrenci olduğum yıllara dönmek istiyorum. Şehit Beheşti’den sonra Hamburg camisini idare eden kişiler fazlasıyla tek boyutlu insanlar idiler ve doğru olmayan birçok işe müsaade edebiliyorlardı. Örneğin helal et bulunmasına rağmen helal olmayan etlerin kullanılmasına izin veriyorlardı.
Bazen zaruret gereği bu tür etlerin kullanılması caiz olabilir ama Türk kasapların bolca bulunduğu bir ortamda Almanların kestiği etlerin kullanılmasına müsaade edilmesi kişinin tek boyutlu olduğunu gösteriyor. Siyaset için Allah’ın hükmünü bir kenara bırakmanın anlamı yok. Şehit Beheşti’nin döneminde bu tür şeyler yoktu. Şehit Beheşti’nin özelliklerinden birisi de bir Müslüman olarak kendisine değer vermesi idi, bu kişinin bencilliğini göstermiyor tam aksine her Müslüman’da olması gereken çok önemli bir duygudur.
Müslümanlar, Müslüman kimliklerine değer vermelidirler, maalesef biz insan olarak kendimize değer veriyoruz ama bir Müslüman olarak kendi değerimizin farkında değiliz. Bencilliğimizi türlü şekillerle gösterebiliyoruz.
Biz Müslüman’ız, kendimizi küçük düşüremeyiz. Kuranı kerim, bizi zalimler karşısında susmamaya emrediyor, bunun anlamı şudur: Siz birer Müslüman olarak kendi şahsiyetinizi korumalısınız. Bu esasa göre de Müslüman birisinin kişiliğini ayaklar altına almak en büyük günahlardan birisidir. Başka birisinin arkasından konuşmak en çirkin günahlardan birisidir, bu da Müslüman bir insanın kişiliğinin zedelenmesinden kaynaklanıyor. İslam’a güre insanın değeri çok fazladır, İslam dini, insanın bu değerinin zedelenmesine müsaade etmiyor. Hiç kimse Allah’ın insan’a verdiği değere gölge düşüremez.
Şehit Beheşti çok titiz bir insandı, devrimin ilk yıllarında devrimi yöneten çok önemli birkaç kişi kendisiyle görüşmek üzere yanına gitmişler ama şöyle yanıt vermiştir:
“Şu anda sizinle ilgilenemem, aileme verdiğim bir sözü yerine getirmeliyim, verdiğim sözü yerine getirmeliyim” yanına giden kişiler ise geri dönmek zorunda kalmışlar.
Şehit Beheşti’nin insanlara ve kişiliklerine verdiği önemi biliyoruz; büyüklerin hayatına baktığımızda, vakitlerine gerçekten çok değer verdiklerini görüyoruz.
İmam Humeyni çok duygusal bir kişi olmasına rağmen yıllarca ayrılıktan sonra Necef kentinde oğlu Mustafa’yla görüştükten kısa bir süre sonra kendisinin yanında kalıp daha fazla konuşmak istediğini ancak şu anda Hz Ali’nin mezarına gitmesi gerektiğini söyleyerek oğlunun yanından ayrılmış ve Hz Ali’nin haremine gitmiştir. İmam Humeyni, işte bu kişiliğini koruyarak bütün İran milleti için sevgi dolu bir baba olabilmiştir. İmam Humeyni bu davranışıyla düzen konusunun ne denli önemli olduğunu vurguluyor.
Şehit Beheşti de aynı kişilik sahibidir, bunu rahatlıkla görebiliyoruz. O dönemde, dava denildiğinde her şeyimizi bırakıp sadece davaya vakit ayırmamız gerektiğine inanıyorduk ama daha sonra her şeyi bırakmanın ne denli yanlış olduğunu anladık.
Davaları için ibadetlerini bir kenara bırakanların davalarında da başarılı olmadıklarını gördük.
Şehit Beheştinin dengeli bir hayatı benimsediğini ve her şeyi yerli yerine koyduğunu söylemek istiyorum.
Şu anda bunu anlamayabilirsiniz ama o dönemde birisi “ben kitap yazmak istiyorum” veya “vaktimin bir bölümünü başka bir iş için ayırmak istiyorum” dediğinde herkes onun üstüne gidiyordu. Şehit Mutehheri’ye de aynı konu yüzünden kızdıklarını biliyorum. Bu tür ortamlarda kaç boyutlu olmak çok daha zordur.
O dönemlerde bazen aylarca ailemizden uzak kalmak zorunda kalıyorduk. Yurt dışında olanlar için böyle bir şey söz konusu değildi belki ama onların da başka sorunları vardı.
Şehit Beheşti’nin kişiliğindeki diğer bir özellik ise değerlerini koruyabilmesidir.1980 yılında Beni Sedr konusu gündemdeydi ve İmam’ın öğrencileri zor günler yaşıyorlardı, herkesten fazla da Şehit Beheşti baskı altında kaldı. Siyasi kuruluşlar ve Münafıklar örgütü, yönetici bir şahsiyet olan şehit Beheşti’yi hedef almışlardı. Bu ortamda İmam Humeyni’nin çıkıp, Şehit beheşti’yi savunmasını bekliyorduk ama İmam Humeyni bunun yanlış olduğuna inanıyordu.
İmam Humeyni çok daha geniş düşünüyordu ve İran milletinin, olayları kendi gözleriyle görmeleri gerektiğine inanıyordu; insanların bizzat Beni Sedr’in kim olduğunu anlamaları gerektiğine inanıyordu.
Bu konu gerçekleşmeden önce yapılan her işin aslında düşman’a yardımcı olacağına inanıyordu. İmam Humeyni bazı gizli güçlerin, din adamlarını ve aydınları birbirine düşürüp kendi amaçlarına ulaşmak istediğini biliyordu.
Petrolun millileşmesi ve meşrutiyet olayında da aynı yöntem uygulanmış ve başarılı olmuştu. İmam Humeyni bu iki acı tarihi tecrübeyi unutmamıştı. Beni Sedr’in adamları onu bir aydın olarak ve imam Humeyni ve öğrencilerini ise birer gerici din adamı olarak tanıtmak istiyorlardı; bu olay başarıyla gerçekleştirilmiş olsaydı, insanlar iki gurup’a ayrılacaklardı ve din adamlarıyla aydınların arası açılacaktı. Şehit Beheşti, Ayetullah Hamanai ve Refsencani İmam’a mektup yazıp şehit Beheşti’yi savunmasını isteseler de imam Humeyni bunun yanlış olacağına inandığı için bunu yapmadı.
Şehit Beheşti ve Refsencani’nin yazdığı iki ayrı mektup var, bunları karşılaştırınca şehit Beheşti’yi daha iyi anlayabiliriz. O sıkı dönemde bile birçok konuya dikkat ettiğini görmek insanı şaşırtıyor; insanlar zor geçitlerde kendilerini gösteriyorlar.
Şehit Beheşti aynı zamanda çok güçlü bir yönetici idi; inkılap şurasında ve mecliste oldukça etkili bir konumu vardı. Zaten bu nedenle birçok insanı bir araya getirebiliyor ve büyük organizeler yapabiliyordu.
Çok çekici bir kişiliği vardı, devrimden önce ve sonra eşi benzeri çok az bulunan bir yönetici idi. Düşman da şehit Beheşti’nin bu özelliğini biliyordu ve İran milletine yön vermesinden korkuyordu. O dönemde insanlara yön verebilmek çok önemli idi. Şehit Mutahhari çok büyük bir ilmi kişiliğe sahip olmasına rağmen bu yetenekten yoksundu.
Bu söyledikleriniz şehit Beheşti’nin sosyal yönünü daha çok açıklığa kavuşturuyor, bu konuyla ilgili daha detaylı bilgi verebilir misiniz?
Şehit Beheşti’nin diğer bir özelliği ise toplu çalışmalarda çok başarılı olmasıydı; birçok din adamı o dönemdeki baskı nedeniyle toplu çalışmalara katılamıyor veya başarılı olamıyordu.
Dönemin hükümeti mi bu tür çalışmaları engelliyordu?
Evet, çok büyük bir baskı vardı ve her tür toplu çalışmanın ortaya çıkması çok kötü sonuçlar doğurabilirdi dolayısıyla bu tür çalışmalarda bulunanlar çok sınırlı çalışabiliyorlardı.
Bu tür çalışmalarda bulunanlar bazen aylarca ailelerinden uzak ve yalnız yaşamak zorunda kalabiliyorlardı, bazı kuruluşlar bunu yapıyorlardı ve önemli çalışanlarını ailelerinden uzak bir yerde kalmak yönünde uyarıyorlardı. Ama din adamları bunu yapamazlardı; onlar insanları aydınlatmak ve bir yandan da bu tür çalışmalar yürütmek zorunda idiler. Hamburg’a gitmesi şehit Beheşti için çok önemli bir fırsat oldu.
Şehit Beheşti burada toplu faaliyet konusunda birçok bilgi edinebildi ve İran’a döndüğünde bir yönetici olarak yerini aldı. Şehit Beheşti aynı zamanda altyapıya çok önem veriyordu, örneğin din dersi kitabını hazırlaması bunun bir örneğidir, Hakkani medresesinin açması ve din derslerine yeni bir akış kazandırması da bunun diğer örnekleridir.
Sizce şehit Beheşti’nin devrim için ortamı hazırlamak yönündeki rolü ne idi?
Sizin söylediğiniz bu iş bölümüne inanmıyorum. Devrimden önce iş bölümü yapıldı ve şehit Beheşti’ye verilen görev çok daha basit ve kolay bir görevdi. İmama Humeyni’nin öğrencileri arasında iş bölümü yapıldı ve Ayetullah Hamanai ile Refsenceni’nin görevi çok daha ağır idi. Refsencani’nin maddi durumu Ayetullah Hamanai’den çok daha iyi olması işini biraz kolaylaştırıyordu ama yine de çok ağır ve zor görevler yerine getirdi. Ayetullah Hamanai ise bir yandan fakirlik ve maddi zorluklarla boğuşurken diğer yandan da devrim için çalışıyordu; bu, işini çok zorlaştırıyordu ama hiçbir zaman yılmadı.
Şehit Beheşti’nin şahadet yıldönümünden yıllar geçiyor ve şehit Beheşti’nin mazlumca katledilmesi hala insanların aklında.
Neden biz şehit Beheştiyi mazlum bir şehit olarak anıyoruz? İnsanlar şehit Beheşti’nin mazlumluğunu nasıl fark ettiler ve sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Beheşti, düşmanın odak noktası olmuştu, o dönemde direkt olarak imam Humeyni’ye saldıramıyorlardı ama şehit Beheşti’ye saldırabiliyorlardı.
Cumhurbaşkanlığı için Cumhuri partisinden ilk aday olan kişi, Beheşti idi, bu yeteneğinin farkında idi, bütün devrimciler de bunun farkında idiler. Bütün bu olaylar yan yana geldiğinde düşman, olayı daha rahat anlayabiliyor ve kimi hedef alacağını belirliyor. Neden Beheşti mazlumdur? Çünkü toplumu ikiye bölmek istediklerinde susması gerekiyor.
İmam Humeyni herkesin susması gerektiğine inanıyordu. Susmaktan başka ne yapsalardı aslıda düşmanın tam da istediğini yapmış olacaklardı. Şehit Beheşti’nin mazlumluğunu anlamak için o dönemin kendine has ortamını anlamak gerekiyor. Düşman çok tecrübeli idi. Toplumu ikiye bölebilseydi, insanları dindar ve aydın diye iki gruba böldüğü takdirde devrimi daha ilk aylarında yok etmiş olacaktı. İmama Humeyni düşmanın bu planını biliyordu ve öğrencilerini uyararak onları düşmana yardım etmemek için susmaya davet etti.
Saldırılar buradan başladı ve şehit Beheşti’nin susması, büyük bir zulüm’e uğramasıyla sonuçlandı. Şehit Beheşti imamına uyarak Beni Sedr ve yandaşlarına cephe aldı, bunun bedelini de çok ağır bir şekilde ödedi ama bütün olanlara rağmen, imamının dediğinden şaşmadı.
Şehit Beheşti’nin zulüm’e uğraması işte bu saldırılara karşı sessiz kalmak zorunda kalmasıyla başladı. Hz Ali’nin zulüm’e uğramasını açıklarken haklı olmasına rağmen sessiz kalmak zorunda kalmasıyla açıklıyoruz. Bu çok büyük bir değerdir; şehit Beheşti de haklı olduğu halde sessiz kalmak zorunda kaldı.
Dr. Şeraiti, Şehit Mutahhari ve Şehit Beheşti akımları dönemin İran toplumunda gün geçtikçe daha çok taraftar toplayan üç fikri akımdı; Şehit Beheşti’nin fikri akımı diğer iki akıma göre daha itidalli bir akımdı. Devrimden sonra Dr. Şeraiti ve Şehit Mutahhari’nin düşünceleri büyük ölçüde yayımlandı ve birçok kitap, makale ve sesli eserlerini bugün her yerde görebiliyorsunuz ama Şehit Beheşti’nin düşünceleri toplumdaki yerini bulamadı ve gerektiği gibi yayımlanamadı.