Belki de dünya kapitalist sisteminin bundan sonra başka bir yola evirilmesinin ilk hamlesi ile karşı karşıyayız.
Koronavirüs bir laboratuvar ortamında mı üretildi yoksa doğal ortamda mı gelişti? Birçok komplo teorisi, iddia ve tartışma var. Doğrudan bir fikir belirtmek çok zor olacak ama şunu söyleyebiliriz: İster laboratuvarda ister doğal ortamda gelişmiş ya da geliştirilmiş olsun küresel kapitalist sistemin sahipleri yıllardır böylesi bir pandemiyi öngörmektedir. Böylesi bir virüsün ne gibi etkiler yapabileceği ve buna nasıl yanıt verileceği hakkında somut stratejilere sahip oldukları anlaşılıyor. Temel sorun şu: Bugün ortaya çıkan ve dünyanın hemen her yerinde etkisini derinden hissettiren, binlerce insanın ölümüne yol açmaya devam eden bu virüs geleceğimizi nasıl etkileyecek?
Yıllar önce böylesi bir pandemi üzerine yürütülen tahminler ve yapılan araştırmalar yaşananların belirlenmiş bir stratejinin parçası olduğuna dair şüphelerimizi kamçılıyor.
ABD’li Browne ve Harrison’un koronavirüs kehaneti
ABD’li yazarlar Sylvia Browne ve Lindsay Harrison tarafından yazılan “Kehanetler” kitabı 2005 yılında yayımlanıyor: “2020’lerde, akciğerleri ve bronşları ciddi oranda etkileyen, tedaviye ise zalimce direnen zatürre benzeri bir hastalığın patlaması nedeniyle ortalıkta ameliyat maskeleri ve plastik eldivenlerle dolaşan çok daha fazla insan göreceğiz. Hastalık hakkında kafa karıştırıcı olan şey ise; bir kış boyunca müthiş bir paniğe yol açtıktan sonra, on yıl içerisinde hem sebeplerini hem de tedavisini gizemli bırakarak tamamen ortadan kaybolması olacak.”
Medyum diye piyasaya sunulan kişilerin özel yetenekleri yok, zekâlarını üstün derecede kullanabilen bir özellikleri yok. Geleceği yorumlama, tahminlerde bulunma ayrı; somut tarihi, zaman ve oluş biçimini vermek ise çok ayrı bir durumdur. Bu bakımdan Sylvia Browne ve Lindsay Harrison gibi yazarları, esasen küresel sistemlerin gelecekteki projelerini önceden topluma aktarma ve haberdar etme gibi bir misyon üstlenen kişiler olarak tanımlayabiliriz. Pandemi hakkında bu kadar somut bilgiler yazmalarını da söz konusu projenin toplumsal altyapısını oluşturmaya yönelik ön hazırlık olarak değerlendirebiliriz.
Pandemi öngören 2012 Almanya Raporu
10 Aralık 2012 yılında, Robert Koch Enstitüsü başkanlığında Alman İnşaat ve Yerleşim Planı Müsteşarlığı, Halkı Koruma ve Doğal Felaketlere Yardım Müsteşarlığı, güvenlik ve bilgilendirme bölümüne bakan müsteşarlık, tarım ve beslenmeyle ilgili müsteşarlık, Teknik Yardım Ulaştırma Birimi Başkanlığı, Özel Komando Birlikleri ve Alman ordusu uzmanlarının birlikte hazırladıkları rapor, Merkel’e sunulmuş.
8 yıl önce hazırlanan raporda şu bölüm dikkat çekiyor: “Bu salgına neden olan virüs, Güneydoğu Asya’dan, vahşi hayvan satılan pazarlardan yayılacak ve insanlara geçecek. Hayvanlar bu virüse karşı bağışık olacak çünkü zaten kendi bağışıklık sistemleri bunu tanıyor. Ancak insanlar arasında çok hızlı şekilde yayılacak.” Raporda kaynak ülke, “Çin’den gelen Çinliler veya Çin’e giden 6 ile 10 Almanın bu hastalığı yayabileceği ve herkesin hastalığı 10 kişiye kadar bulaştıracağı” ifadesiyle belirtilmiş.
İlk akla gelen soru şu: Nasıl oluyor da, “Güneydoğu Asya’da, Çin’deki vahşi hayvan satılan pazarlarda yayılacak ve insanlara geçecek” gibi çok somut bir tespit yapılıyor. Koronavirüs’ün Doğu Asya’da Çin’in Vuhan kentinde vahşi hayvanların satıldığı bir pazarda yayıldığı ifade ediliyor. Alman ordusundan uzmanlar dahil olmak üzere bütün stratejik kurumlarının temsilcilerinin yer aldığı bir raporda ‘kıta, ülke ve mekan’ gibi somut yerlerin belirlenmiş olması sanıldığı gibi yüksek bir öngörü mü yoksa önceden planlanan bir stratejinin yansıması mıdır?
8 yıl sonra ortaya çıkacak virüsün bütün özellikleri de sıralanmış:
“SARS Cov’un mutasyona uğramış hali olan yeni bir virüs gelecek ve insanların bağışıklık sistemini hızla çökertecek. Belirtileri açısından Modi-SARS ile SARS CoV birbirine çok benzeyecek. Bir insandan diğerine bulaşması 5 gün olacak. Virüs kapan kişide de semptomları 2 ile 14 gün arasında ortaya çıkacak.”
Ayrıca “Bu yeni virüs, özellikle ileri yaşlarda ve kronik hastalığı olanlarda yüzde 10’lara kadar varan ölümlere neden olabilecek. Çocuk ve gençlerde ölüm oranları yüzde 1’in altında kalacak. Gençler ve sağlıklı insanlar bir haftada bunu atlatacak, ancak yaşlıların tedavileri 60 günü bulabilecek” denilmiş.
Raporda, bugün hızla yayılan koronavirüsün bütün özellikleri olduğu gibi anlatılmış. Henüz ortaya çıkmamış tersine gelecekte ortaya çıkacak virüsün bütün özelliklerinin rapor edilmiş olması bir kehanet midir, gerçekleşmesi tesadüf müdür? Yoksa bu rapor, önceden bilinen bir virüsün üzerinde derin bir araştırma yapıldıktan sonra yazılmış mıdır?
Virüsün etkilerinin üç dalga halinde olacağı belirtiliyor: “En tehlikelisi ilk dalga olacak. Daha sonra bunu ikinci ve üçüncü dalgalar takip edecek. Böylece üç yıla yayılacak bir pandemi gerçekleşecek. Virüs bu sürede iki kez mutasyona uğrayacak. Bir kere bu hastalığı kapan, aynı virüsten 360 gün daha etkilenmeyecek. Ancak mutasyona uğramış halinden ve başka bir benzer virüsten olumsuz etkilenebilecek.” İkinci dalgada “23 milyon Almanın”, üçüncü dalga ise “26 milyon kişinin etkileneceği” belirtiliyor.
Önlem alınmadığı takdirde “Yaşlı insanlarda ölüm oranı, yüzde 50’yi bulabilir. Üç dalga, 7,5 milyona yakın Almanın hayatına mal olabilir” değerlendirmesi yapılıyor.
Henüz adı konulmamış ama ortaya çıkmasının kesin olduğu düşünülen ve Çin’den gelecek yolcular üzerinden yayılacak olan bir virüsün en az 7,5 milyon Almanın ölümüne neden olacağı tahmini yapılıyor. Etkilerinin ne olacağını ayrıntılı yazılan bir raporun olası tesadüflere dayanan ‘yüksek’ bir öngörüye değil tersine önceden planlanmış bir sürece işaret ettiğini söylemek daha inandırıcı ve mantıklı geliyor. Rapor aynı zamanda hangi sektörlerin ne düzeyde etkileneceğinin ayrıntısını da vermiş. Demek ki planlama çok kapsamlı ve derin bir şekilde yapılmış.
Bill Gates’in TEDX konferansında yaptığı konuşma
Dünyanın en büyük ‘bilişim teknojisi’ şirketinin sahibi Bill Gates 5 yıl önce yaptığı konuşmada şöyle diyor:
“Dünya Bankası’nın tahminlerine göre, küresel bir nezle salgını olması halinde dünya genelinde malvarlığı 3 trilyon doların altına inecek ve milyonlarca ölüm gerçekleşecek… Önümüzdeki 10 yılda eğer bir şey, 10 milyondan fazla insanın hayatına son verirse bu bir savaştan çok, yüksek derecede hızlı yayılan bir virüs olur. Füzeler değil, mikroplar olur. Bunun bir nedeni de nükleer caydırıcı silahlara büyük yatırım yapmış olmamız. Salgın hastalıkları durdurmak için ise çok az yatırım yaptık. Bir sonraki salgın için hazır değiliz… Bulaşıcı hastalığa yakalandığı halde kendini iyi hisseden, uçağa binmiş ya da markete gitmiş birinden virüs kapabilirsiniz. Virüsün kaynağı Ebola gibi doğal bir salgın da olabilir ya da bir biyoterörizm olabilir. Öncelikle yoksul ülkelerde güçlü bir sağlık sistemine ihtiyacımız var. Tıbbi ekiplerle, eğitimli ve yardıma hazır bir süre insana ordunun birliğine ihtiyacımız var. Simülasyanlar yapmamız gerekiyor. Savaş oyunları değil bakteri oyunları. Böylece hangi alanda zayıf olduğumuz anlarız. ABD’de yapılan son bakteri oyunu 2001’den önceydi ve çok iyi sonuçlanmadı. Şu ana dek skor: Bakteriler:1, İnsanlar:0”
Bill Gates, gelecek felaketi belirlemiş ve bunun biçimine dair de “virüsün kaynağı Ebola gibi doğal bir salgın da olabilir ya da bir biyoterörizm” tahmininde bulunup 10 milyondan fazla insanın ölebileceğini belirtmiş.
18 Ekim 2019 tarihinde Dünya Ekonomik Formu ile Bill ve Melinda Gates Vakfı’yla ortaklığı olan John Hopkins Center for Health Security’nin New York’ta düzenlediği etkinlikte virüs salgınıyla ilgili “pandemik simülasyon çalışması” yayımlıyorlar. Bu simülasyonun Çin’in Vuhan bölgesinde ilk hastalık vakasının bildirilmesinden yaklaşık altı hafta önce yapılması da ayrıca dikkat çekici. 6 ayı kapsayan simülasyonda kaç milyon kişinin öleceği şöyle tahmin ediliyor:
İlk bir ayda 28 bin 582 kişi ölüyor; ikinci ayda 1 milyon 134 bin 268 kişi ölüyor; üçüncü ayda 5 milyon 860 bin 161 kişi ölüyor; dördüncü ayda 10 milyon 120 bin 312 kişi ölüyor; beşinci ayda 29 milyon 899 bin 784 kişi ölüyor; altıncı ayda 32 milyon 276 bin 266 kişi ölüyor.
Bill Gates’in ortak olduğu bu sağlık şirketinin hesaplarına göre Mart 2020’de 28 bin 582 kişi ölecek. Mart ayının sonu gelmeden bu sayı aşıldı bile. Bill Gates “Dünya nüfusu arttıkça ve insanoğlu vahşi doğayı kötüye kullandıkça yeni hastalık mikroplarının ortaya çıkması da son derece olağan hale geliyor” mesajı ile Eylül 2020 tarihine kadar 32 milyon insanın ölme olasılığına dünyanın hazır olması gerektiğini söylüyor.
Simülasyon COVID-19 değil başka bir hastalık üzerine kurulu ancak böylesi bir pandeminin yol açacağı sonuçlar üzerine çalışılmış. Bu da pandemiler üzerinden “Küresel nüfus dizaynı mı yapılıyor?” sorusunu akla getiriyor.
Bill Gates, “Salgın hastalıkları durdurmak için çok az yatırım yaptık. Bir sonraki salgın için hazır değiliz” açıklamasıyla doğru bir noktaya dikkat çekerken aynı zamanda kendisinin insanlığın dostu, sağlığa yatırım yapmayan devletleri de bir bakıma insanlığın düşmanı olarak gösterecek argümanı önceden eline almış görünüyor. Böylelikle planın yeni dünya sisteminin toplum tarafından kabullenilmesi gerekçelendirilmiş oluyor.
Bütün bu veriler üst üste konulduğunda ortaya çıkan şu: Olası bir pandeminin yaratacağı sarsıcı etkiler çok önceden tahmin ediliyor ve üzerinde çalışılıyor.
Peki, amaç ve hedef nedir? Ne yapılmak isteniyor? Bu sorulara kesin yanıtlar vermek oldukça zor görünüyor. Ancak, hiçbir şeyin sıradan, masum ve kendi halinde gelişen bir süreç olmadığının altını çizmek gerekir.
Daha önce geliştirilmiş öngörüler doğrultusunda koronavirüs pandemisi karşısında izlenen politikaların küresel dünya sisteminin yeniden organize edilmesini hedefleyen çok kapsamlı bir stratejinin ilk parçası olduğuna dair ciddi kuşkular besleyebiliriz. Belki de dünya kapitalist sisteminin bundan sonra başka bir yola evirilmesinin ilk hamlesi ile karşı karşıyayız. Kapitalist sistemin kendi içerisinde işlettiği kurallar dizisine tersmiş gibi görünse de tarihsel akışın böyle ilerleyeceğine dair ciddi emarelerden bahsedebiliriz.
Bireysel özgürlükleri terk etme ve otoriteye boyun eğme
Koronavirüs Çin’de ortaya çıktı ancak Doğu Asya’nın tamamında kısa sürede kontrol altına alındı. Kontrolsüz bir şekilde Avrupa’ya doğru yayılması virüsün etki alanın esasen Batı yani Avrupa ve ABD olduğunu gösteriyor. Yani çıkış yeri bakımından Asyatik ama yayıldığı yer bakımından Batılı olduğu görülüyor.
Peki, bu bir tesadüf müdür? Elbette ki değil.
Koronavirüsün Çin’den ortaya çıkıp Asya ülkelerine yani Güney Kore, Japonya, Malezya, Endonezya hatta Rusya’dan yayılması ama kısa sürede bu ülkelerin tamamında önemli oranda denetim altına alınmasının biçim ve yöntemi oldukça dikkat çekiciydi.
Özellikle Çin çok katı kurallar uygulayarak, idari tedbirleri en üst düzeyde merkezileştirerek uyguladı. Toplum da bu kurallara büyük bir oranda riayet etti. Aynı şekilde Güney Kore, Japonya, Malezya, Endonezya gibi ülkelerde de kontrol hızlı bir şekilde sağlandı. Bu, Asyatik toplumların tarihsel toplumsal kültürel değerleri ve yaşam tarzları ile ilişkilidir. Asyatik toplumların devlet-toplum-aile-birey ilişkisinde devletin mutlak otoritesi ön plana çıkar. Buna paralel olarak toplumun tarihsel-kültürel değerleri önemli bir oranda gündelik yaşamda hissedilir.
Burada verilen esas mesaj, bireysel özgürlüklerin, toplumun kendi çıkarları için sınırlandırılabileceği algısının neredeyse bir genel kabule dönüşmesidir. Asya devletlerinde gösterilen bu başarıya karşılık koronavirüsün Avrupa’da hızla yayılması ve binlerce insanın ölümüne yol açmasının önemli gerekçelerinden biri “Devletin katı kuralları uygulayamaması ve bireysel özgürlüklerin sınırlandırılamaması” olarak yansıtılıyor. Böylelikle toplum, bireysel özgürlük alanlarının korunmasıyla, devletin gerektiğinde katı bir şekilde uygulayacağı kurallar dizisi arasında bir tercih yapmaya zorlanıyor. Koronavirüsün Avrupa çapında yarattığı sarsıcı etkilerin, toplumların düşünce yapısında da bazı değişikliklere yol açtığı görülüyor. Örneğin Hollanda, Avusturya, Almanya, İsviçre, Makedonya gibi birçok Avrupa Birliği ülkesinde yapılan anketlerde “gerektiğinde bireysel özgürlükler kısıtlanabilir” diyenlerin oranı %62 ila %94 şeklinde yüksek oranlara ulaşmış. ABD’de ise bu oran %45’te kalmış. Bireysel özgürlük alanının geniş olduğu toplumların düşünüş biçiminin koronavirüs gibi bir örnek üzerinden yaşadığı değişim basit bir olay değildir.
Koronavirüse karşı verilen mücadelenin Çin’de ‘başarılı’ tersine Avrupa’da ‘başarısız’ gösterilmesi esasen ‘otoriter sistemlerin ve devletlerin katı uygulamalarının mutlak bir şekilde yaşama geçirilmesi’ olarak karşımıza çıkıyor. Burada temel amaç toplumun özgürlük alanını belirleyen değer yargılarında niteliksel bir değişim sağlamaktır. Bugün dünyanın bütününde yaşadığımız şu: Koronavirüs nedeniyle ülkeler, şehirler, mahalleler, sokaklar ve hatta evler bir hapishane haline geldi ya da getirildi. Bunu sadece bir geçici ‘koruma’ tedbiri olarak değerlendiremeyiz. Bu pratik yönelim esasen önümüzdeki süreçlerde küresel dünya sisteminin kendisini reorganize ederken uygulayacağı katı/sert politikaların toplum tarafından şimdiden kabullenilmesini sağlamaya yönelik stratejilerin ilk adımları olarak görülmelidir.
Dünya çapında 30 milyon insan ölebilir…
Koronavirüsün etkisinin devam etmesine paralel olarak işsizliğin %30-40’lara varabileceği, yoksulluğun çok üst boyuta çıkacağı, ekonomik krizin bütünüyle bir bunalıma dönüşeceği gibi bazı kötü senaryolar karşısında ortaya çıkacak toplumsal reaksiyonun veya tepkinin en alt düzeyde tutulması amaçlanıyor. Aksi takdirde sosyal sorunların en üst noktaya çıkarak kontrolden çıkabilecek bir kaos ortamının oluşması, küresel sistemin bütün planlarını altüst edebilir. Bu nedenle otoritenin mutlak hakimiyetinin daha şimdiden topluma kabul ettirilmesi için koronavirüs krizini bir fırsata dönüştürmek istedikleri anlaşıyor. Bu planları tutar mı bilinmez. Ancak öncelikli hedefleri budur.
Plan çok daha kapsamlı ve derin. Bugün hepimiz kendimizi korumaya odaklanmış bulunuyoruz. Bu nedenle koronavirüs üzerinde planlanan stratejiyle pek ilgilenecek durumda olamasak da bir süre sonra çok daha derinden hissedeceğimiz bir süreçle karşı karşıya kalacağız.
Algı oyunları Şehirlerde uygulanan sokağa çıkma yasağı nedeniyle taşıtların önemli oranda trafiğe çıkmaması, toplu taşıma araçların da çok az kullanılması üzerine medyada haberler çıkmaya başladı. Örneğin İstanbul’un havasının kirliliği %30 oranında düştü. Moskova, Londra, Tokyo, New York gibi mega kentlerin hava kirliliği göstergelerinde de ciddi bir düşüş yaşandı. Venedik kanallarında kuğular yüzmeye başladı. Yani doğada olumlu değişimler başladı.
İlginçtir Bill Gates, ekoloji üzerine sıklıkla değerlendirmeler yapıyor. Hayvanların kesilmesinin önüne geçilmesi gerektiğine ilişkin görüşler ileri sürüyor. “Vahşi dünyanın üzerine fazla gitmemeliyiz” diyor. İnsanların yaşayabileceği bir dünyanın korunması için devletlerin ve küresel kurumların şimdiden önlem alması gerektiğini belirtiyor. Koronavirüsün bu düzeyde tehlikeli sonuçlar doğurmasının devletlerin önlem almamasından kaynaklandığını açıklıyor.
Peki, Bill Gates gibi biri neden bunları söyler? Gerçekten doğanın, toplumun ve insanlığın dostu mudur?
Yapay zekâ çağını yaratma Gates gibi kapitalist sistemin merkezinde bulunan şirketlere sahip çok az sayıda kişinin, küresel sistemin reorganizasyonu için düğmeye basarken üç alanı özellikle ön plana çıkardıkları görülüyor.
Birincisi, bilişim teknolojisini en üst düzeyde gündelik hayatta kullanmak. Bill Gates, dünyanın en büyük bilişim teknolojisi şirketinin sahibi. Uluslararası finans hareketlerini, bankalar ve borsalardaki dolaşımı dakikası dakikasına kontrol eden, inceleyen, denetleyen bir teknolojik güce sahip. Kişisel verilerden devletlerin gizli bilgilerine kadar birçok alanı kontrol edebilecek bir teknolojik gücü elinde bulunduruyor. Bill Gates, birey olarak konuşmuyor, esasen bir gücün doğrudan temsilcisidir. Çağımızı ‘yapay zekaya dayanan robotik dönem’ olarak tanımlayan Gates, bu döneme geçiş için acele edilmesi gerektiğini sıklıkla vurguluyor. Yapay zekânın gündelik yaşamın her alanında kullanılması artık kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor.
IBM şirketinin elindeki bilgisayarlardan bir tanesi saniyede 200 trilyon hesap yapabilecek kapasiteye sahip. Bu bir bakıma üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin yeniden tanımlanarak sermayenin yeni alanlara kaydırılması için hızlı ve mutlak bir değişimin yapılması mesajını veriyor. Örneğin Microsoft yapay zekâ ile hareket eden otomobiller yarattı. Milyarlarca dolar yatırım yapılan uçan taksiler yapıldı ve bunların gündelik yaşamda kullanılması gerekiyor. Uzay hukuku üzerinde yoğun tartışmalar ve planlar yapılıyor. Askeri savaş stratejisi bütünüyle yapay zekâya dayanan robotik asker güç çağına yönelik çok kapsamlı değişimler gündeme geliyor. Mekanik sistem esasına dayanan nispeten de gelişmiş teknoloji kullanan ancak yapay zekânın hâkim olmadığı otomotiv sanayisinin niteliksel bir değişim için çok uzun bir zamana ihtiyaç duyduğu açık ancak tersine dünyayı yeniden şekillendiren güçlerin zamanı az. Bu nedenle hızlı ve niteliksel bir değişime ihtiyaç duyuyorlar.
İlaç tekellerinin bilinmeyen hastalıklar için ilaç üretmesi İkincisi, ilaç sanayisinin yeni dönemin ihtiyaçlarına göre konumlandırmak. Küresel dünya sisteminin özellikle ilaç sanayisi bakımından önemli bir değişim sürecine girdiğini söyleyebiliriz. Gates’in “nükleer silahlara değil sağlığa yatırım yapın” çağrısı bir tesadüf değil tabii ki. Önümüzdeki yıllarda COVID-19 gibi milyonları etkileyecek ve toplu ölümlere yol açabilecek hastalıkların sürekli gündemde olması bekleniyor. Bunlara karşı küresel çapta araştırma kuruluşlarının kurulması ve bunların merkezileşmesi özellikle ön plana çıkartılacak. Bill Gates Vakfı gibi 2-3 küresel güç birlikte ortak bir strateji oluşturabilirler. Örneğin kanser gibi henüz çözümü bulunmamış hastalıkların araştırmasında yapay zekânın çok daha yoğun olarak kullanılması belirleyici olacaktır.