Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, geçtiğimiz hafta Beyrut’ta yaşanan katliamla ilgili konuşasında iç kamuoyuna ve uluslararası güçlere mesajlar verdi.
Konuşmasına mevlit kandilini kutlayarak ve geçtiğimiz hafta Beyrut’un Tayyuna semtindeki katliamda hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileyerek başlayan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah şunları söyledi:
Perşembe günkü olay çok önemli ve ciddi derecede tehlikelidir ve benzerlerinden çok farklı yanlara sahiptir. Bu olayın iyi anlaşılması, düşünülmesi, tahlil ve bugün ya da gelecekte ne tür olayların yaşanabileceğinin belirlenmesi gerekir. Ben konuşmanın ilk bölümünde bu esaslı noktadan bahsedeceğim.
Güney Lübnan’daki ve Beyrut’un güney semtinin çevresindeki halkı sürekli kaygıya sevk eden ve Beyrut’un güneyini Hıristiyanların düşmanı olarak göstermek isteyen bir parti var. Bu partinin lideri komşularımız için bir farazi düşman yaratma peşinde.
Bu kişi (Semir Caca) açıklamalarıyla ve davranışlarıyla Hıristiyanları Direniş Ekseni’ne ve Hizbullah’a karşı kaygılandırmaya çalışıyor. Onların varlıkları ve özgürlükleri konusunda Hizbullah’tan kaygı duymaları gerektiğini söylüyor.
Onlar herhangi bir küçük olayı bile Hıristiyanları Hizbullah’tan korkutmak için kullanıyor. Onlar, Hıristiyanlar için düşman icat edip böylece kendilerini Hıristiyanların savunucusu olarak göstermeye çalışıyor.
Onlar öngördükleri hedefler için kullanmak üzere her türlü tahrik edici slogana ve eyleme başvuruyorlar böylece Lübnan’da bir siyasi konum ve rol kazanmaya çalışıyorlar. Yahut kendilerine dikte edilen planları uygulamaya çalışıyorlar. Böylece de Lübnan Hıristiyanları bir kişinin ve onun komplo teorilerinin kurbanı oluyor.
Bizim savaşımız işgalci Siyonistlerle ve planlarıyla
Ben Lübnan Kuvvetleri partisinden ve onun liderinden bahsedince Perşembe günkü olaydan da bahsetmem gerekiyor. Biz 2005’e kadar Lübnan’ın iç gelişmelerine fazla müdahale etmedik. Ama o yıldan sonra Lübnan’ın iç olaylarına müdahale etmek zorunda kaldık. Özellikle son on yılda bu partiyle hiçbir gerilime girmedik.
Belki istisnalar oldu ama biz bunlarla sorun yaşamak istemedik. Biz Lübnan’da güvenlik ve istikrar içinde bir arada yaşamak istiyoruz. Bizim savaşımız işgalci siyonistlere ve onların planlarına ve komplolarına yöneliktir. Daha sonra da bölgede tekfirci planı yürürlüğe sokuldu ve biz onlarla da mücadele ettik.
Biz bu partiyle gerilime girmememize rağmen bu partinin temsilcileri ve militanları her gün bize sövdüler ve türlü türlü suçlamalarda bulundular. Biz yine de onlara önem vermedik. Fakat geçtiğimiz Perşembe günkü olay, bizim onlara karşı harekete geçip tepki vermemiz için bir dönüm noktası oldu.
Geçen yıllarda özellikle de bu partinin liderinin işlediği onca cinayete rağmen Lübnan yargısının affı ile cezaevinden çıktığı 2005 yılından sonra bu parti, komplolarını tezgahlayabilmek için Hıristiyanlara yeni düşman icat etmeye başladı.
Bu düşman Hizbullah’tı o, bu şekilde bölge ülkelerindeki hedeflerini gerçekleştirebilecek ve kendini bu düşmanlığın ileri karakolu haline getirebilecekti.
Lübnan Kuvvetleri yeniden Direniş’in silahını gündeme getirme peşinde
Geçen olayda şehit olanlar Hizbullah ve Emel’dendi. Onları şehit edenler de Lübnan Kuvvetleri partisiydi. Ama bu partinin lideri Perşembe günkü olaydan sonra yaptığı konuşmada Emel’den hiç söz etmedi sadece Hizbullah’ı dile getirdi. Halbuki şehitlerin çoğu Emel’dendi.
Lübnan Kuvvetleri partisinin tüm açıklamaları ve tavırları, halkı tahrik etmeye yönelikti. Onlar özel toplantılar da yaptılar bu toplantının bilgisi bize geldi. Onlar destekledikleri militanlarla koordineli olarak bir kez daha devlet dışı silah konusunu yeniden gündeme getirecekleri anlaşıldı. Yani İsrail’e karşı Direniş’in silahını.
Lübnan Kuvvetleri’nin gerçek planı iç savaştır
Onlar, hedeflerine ulaşmak hatta iç savaşa sebep olsa bile için adam öldürmekten çekinmiyor. Ben şunu açıkça vurgulamak istiyorum: Ey Lübnan halkı, bizim kaderimiz birdir, ülkemiz birdir. Şunu açıkça ifade ediyorum Lübnan Kuvvetleri’nin gerçek planı, ülke sosyolojisini değiştirmek, belki bu şekilde Hıristiyanları Lübnan’ın bir köşesine toplayarak bağımsız bir devlet kurmak ve kendileri de oraya hakim olmak için iç savaş çıkarmaktır.
Semir Caca’nın partisi müttefiki Saad Hariri’ye bile ihanet etti
Belki bizleri bu konuda bizi suçlayacak ama ben bu konuda 2017 yılındaki bir olaya değinmek istiyorum. Bu partinin Suudi bakanı Samir Sebhan’la görüşmesi sırasında bu partinin Suudilerden alacağı milyonlarca dolar karşılığında bir planı uygulaması gündeme geldi.
Lübnan Kuvvetleri partisinin lideri, Saad Hariri Riyad’da istifa edince “Hariri istifa etti, şimdi gelin yeni bir başbakan seçelim” dedi. Bu, Semir Caca’nın asli müttefiki olan Hariri’ye ihanetiydi. Halbuki Hizbullah, el-Mustakbel partisi ve Cumhurbaşkanı Mişel Aun, başbakanı destekledi ve istifasını kabul etmedi. Saad Hariri gelip Lübnan’da istifa etmelidir. Aksi halde onun özgür bir şekilde Lübnan’a dönmesi sağlanıncaya kadar başbakan olarak kalacaktır dedi.
O dönemde Saad Hariri’yi arkadan hançerleyen ve Suudi bakana Lübnan’da iç savaş çıkarmaya hazırım diyen kimdi? O zaman Sayın Cumhurbaşkanının, Hizbullah’ın ve Müstakbel partisinden bazı liderlerin çabaları sayesinde bu komplo etkisiz kılındı.
Semir Caca, Hizbullah’a karşı savaş başlatma peşinde
Ben, inandığım kesin ve net bir bilgiyi paylaşıyorum. Semir Caca, bir süre önce düzenlenen bir toplantıda kendi konumunun güçlü, Hizbullah’ın konumunun ise zayıf olduğunu iddia ederek şu an Hizbullah’a karşı savaş ilan etmek için altın fırsat olduğunu söyledi. Bu, Semir Caca’nın kan içici zihniyetinin göstergesidir.
Bu iç savaş söyleminin bizimle bir ilgisi yok; Lübnan Kuvvetleri ile ilgisi var. Biz böyle bir savaş peşinde değiliz; ama onlar, ülkenin bölünmesi için şartlar yaratma peşindeler. Perşembe günkü cinayeti işte bu zihniyetle işlediler.
Barışçı gösterinin güvenliğinden ordu sorumluydu
Biz olaydan önce orduyla ve bazı siyasi gruplarla görüştük. Biz hazır olduğumuz konusunda onlara bilgi verdik. Biz kimsenin olaya girmesini istemedik; yalnızca ordunun onlara karşı koyacağını umduk.
Ancak onları lideri övünerek ve gururla konuştu ve rezilce yaptığı gafla bağımsız bir Hıristiyan partisi kurma planını açığa vurdu. Onlar, ilk gün kendilerini bu olayın galibi olarak gördüler; ancak daha sonra olayın çok daha büyük olduğunu ve bununla baş edemeyeceklerini fark ettiler. Tabi ordu herkesi korudu ve biz de olayı orduya bıraktık.
Biz, adliye binası önünde bir gösteri yapmak istedik. Bu olay, bizim nüfuzumuzun altındaki merkezlerde değildi. Biz orduya uymuştuk ve ordunun harekete geçmesini bekliyorduk. Ama onlar bu kanlı olayı meydana getirdi. Bu, daha sonra halledilmesi gereken bir sorun. Bu, bu partinin yarattığı bir mayın ve bu mayın her an her yerde patlayabilir.
Hizbullah’tan düşman yaratmak bir kuruntudur
Ben bu konuda birkaç noktaya değinmek istiyorum; umarım Lübnan’daki Hıristiyan dostlarım bu açıklamayı iyi dinler.
Hizbullah’ı Hıristiyanlara bir düşman olarak tanıtmak bir kuruntudur ve komplodur. Hizbullah, Emel Hareketi, Şiiler ve Müslümanlar sizin düşmanınız değildir. Hepimiz birlikte yaşıyoruz. Ben, onların neden Hizbullah’a odaklandıklarının ve neden onu suçladıklarının üzerinde durmak istiyorum.
Ben bu konuda slogan atmıyorum. Biz mantık ve kanıt sahibi kimseleriz; dolayısıyla size iki aşama ve kanıt nakledeceğim. Suriye’de IŞİD, Nusra ve tekfirci teröristler gündeme geldiğinde ve onlar Arsel tepelerini ve Doğu Bekaa’daki dağlarını bile ele geçirdiğinde bu teröristlerin müttefiki kimlerdi, kim onları “devrimci” diye anıyordu? Onların Suriye’de zafer kazanmasını kimler ümit ediyordu? Suriye’ye, Lübnan’a özellikle de Hıristiyanlara karşı bu büyük sorunu yaratanları destekleyenler Lübnan Kuvvetleri partisiydi.
Kuseyr bölgesindeki Reble kentinde, Deyr Atiye’de ve Malula’daki Hıristiyan halka onları kimin savunduğunu sorun. Papazlara, kardinallere Hizbullah’ın Suriye’deki Hıristiyanlara nasıl davrandığını sorun. Eğer biri Hizbullah Hıristiyanların düşmanıdır, onları kentlerinden ve bölgeden çıkarmak istiyor diye iddia eden biri varsa gidip onlara sorsun.
Ben onlara cevap verebilirim. IŞİD ve Nusra, Lübnan’ın tüm Müslüman ve Hıristiyan kentlerini tehdit ettiğinde kim onlara karşı savaştı ve onları geri püskürttü. Hizbullah teröristlerle savaşıyordu; Lübnan Kuvvetleri teröristlerin yanında yer alıyordu. Bu, tarihte kalan değil, günümüzde olan ve herkesin tanık olduğu bir gerçekliktir.
Bekaa bölgesinde halk, Hizbullah ve daha sonra da ordu harekete geçti ve bölgedeki Hıristiyanları savundu. Çünkü bazı politikacılar ile Amerika ordunun harekete geçmesine izin vermiyordu. İşte bu Lübnan Kuvvetleri partisi ordunun bu bölgelerde önüne engeller çıkarıyordu. En iyi gençlerimiz bu bölgedeki Lübnan halkını ve Hıristiyanları korumak için savaşırken şehit oldu.
2000 yılına dönelim. Ben kimseyi minnet altında bırakmak istemiyorum. Ama bunlar söylememiz gereken gerçeklerdir. Siyonistler Lübnan’dan çekilmeye başladığında ve Cizzin’den çekildikleri sırada Hizbullah bu bölgeye girmedi. Biz Sayın Nebih Berri ile anlaştık ve Hizbullah ile Emel unsurlarının bu bölgeye girmesine izin vermedik.
Çünkü biz bu bölgedeki Hıristiyanların endişeye kapılmasını ve bu bölgeden ayrılmasını istemedik. Bu yüzden de askerlerimizden hiçbirinin bu bölgeye girmesine izin vermedik.
Lübnan Kuvvetleri’nin bulunduğu yerlerde ya iç savaş olur veya Hıristiyanlar mülteci durumuna düşer. Ama Hizbullah’ın bulunduğu her yerde Hıristiyanlar da bulunur ve kimse de onlara hakaret edemez.
Biz, suçlamalara maruz kalmamak için İsrail işbirlikçisi Hıristiyanları Lübnan yargısına teslim ettik. O dönemde İsrail işbirlikçisi Hıristiyanlar bizimkilere işkence ediyorlardı, bize çok eziyet ettiler; ama biz hiç kimsenin onlara karşı bir cinayet işlemesine izin vermedik. Ülkedeki kurallar gereği onları orduya teslim ettik.
Hatta bizim arkadaşlarımızı öldürenleri bile öldürmedik ve onları da orduya teslim ettik. Peki bunlar gerçek mi değil mi? Eğer bizim planımız Hıristiyanların kökünü kazımak olsaydı bu altın fırsattan yararlanır ve Hıristiyanları İsrail işbirlikçisi diye adlandırırdık. Ama biz böyle davranmadık; tak aksine ahlakla ve insanca davrandık. Bu bizim dinimizdir; sizin müttefikleriniz olan IŞİD ve tekfircilerin dini değil.
Lübnan Kuvvetleri ve onun lideri Hıristiyanların en büyük düşmanıdır
Eğer Lübnan Kuvvetleri partisinin lideri Hıristiyanlara düşman icat etmeye çalışıyorsa, kendi güçlerini bu bahaneyle hazır ol halde tutuyorsa veya bu bahaneyle kendisine bir milis gücü oluşturuyorsa Hıristiyanlara büyük zulüm ediyor.
Lübnan’daki Hıristiyan varlığının ve Hıristiyan toplumunun en büyük tehdidi Lübnan Kuvvetleri ve onun lideridir. Çağdaş tarihi okuyun ve onların ne savaşlar çıkardığını görün. Elbette onlar hiçbir savaşı da kazanamadı, Bu partinin liderinin yabancıların planları doğrultusunda giriştiği savaşların sonucu Hıristiyanların zorla göç ettirilmesi, evlerin ve kiliselerin yıkılması oldu. Bütün bunlar yakın tarihte oldu, ben daha eskiden söz etmiyorum.
Semir Caca, IŞİD ve Nusra ile müttefik oldu
Bu partinin lideri IŞİD ve Nusra ile müttefik oldu ve onları muhalif diye adlandırdı. Eğer bu tekfirciler Suriye’de galip gelseydi, Suriye’deki Hıristiyanların başına neler gelirdi? Bu ülkede hiçbir papaz ve piskopos kalmazdı. Onlar Lübnan’da da galip gelseydi neler olurdu? Onlar Lübnan’ı da kendi hilafet haritalarının bir parçası olarak gösteriyordu, Lübnan’da galip gelseler neler olurdu?
Lübnan Kuvvetleri’nin IŞİD ve Nusra ile ittifakı, Suriye ve Lübnan Hıristiyanları için büyük bir tehditti. Bu partinin uluslararası müttefikleri Irak’ta intihar saldırıları için büyük paralar harcadı. Şii ve Sünni camilerini ve kiliseleri hedef aldılar. Irak’tan göç etmek zorunda kalan Hıristiyanların sayısının ne kadar olduğuna bir bakın. Onları kim göç etmeye zorladı Şiiler mi yoksa Suudi casusluk servisinin yönettiği tekfirci intihar bombacıları mı?
Lübnan Kuvvetleri partisi ve onun müttefikleri Lübnan ve bölge güvenliği için bir tehdittir. Geçen Perşembe günü yaşanan olayı onlar daha önceden planladılar. Biz Lübnan Hıristiyanları için tehdit ve tehlike değiliz, biz sizin düşmanınız değiliz, eğer Lübnan Hıristiyanları için bri tehdit ve tehlike varsa o da Lübnan Kuvvetleri partisidir.
Konuşmanın ikinci bölümü
23 Teşrin olayları sırasında Hıristiyanlara kimin ihanet ettiğini herkes biliyor. 205 yılından sonra biz Hıristiyan Ulusal Özgürlük Hareketi ile bir açılım yaptık. Onlarla kilisede görüştük ve Lübnan’ın en büyük Hıristiyan partisi ile anlaşma imzaladık.
Bu anlaşmaya karşı çıkan onu arkadan hançerleyen ve karalayan ilk taraf işte bu Lübnan Kuvvetleri partisi ve onun lideriydi. Bu anlaşmaya saldırdılar peki neden? Çünkü başkasını kabul etmiyorlar, Müslümanlarla Hıristiyanların ilişki kurmasından rahatsız oluyorlar ve öfkeleniyorlar. O, daima bu anlaşmaya zarar vermeye çalıştı. Çünkü bu anlaşma geçmişin tüm acı olaylarını temizleyebilirdi.
O zamandan beri Lübnan Kuvvetleri bu anlaşmayı başarısız kılmak için elinden geleni yaptı.
Direniş iç barış ve güvenlik istiyor
Ama bakın bizim onlara karşı tavrımız ne oldu? Muarrab anlaşması gerçekleştiğinde biz bunu olumlu karşıladık ve çeşitli taraflar arasındaki anlaşmanın gruplar arasındaki olumlu yankının bir göstergesi olduğunu söyledik.
Biz Lübnan’da halkın mutlu bir şekilde yaşaması için iç barış ve güvenlik istiyoruz. Hizbullah Hıristiyanlar için bir tehdit değil, tam aksine onların güvenlik ve istikrarının sağlayıcısıdır.
Bir ülkenin siyasi hayatındaki en önemli nokta seçim yasasıdır. Seçim yasası parlamentoyu oluşturuyor, parlamento cumhurbaşkanını ve başbakanı seçiyor. Dolayısıyla bir ülkenin siyasi hayatı seçim yasasına bağlıdır.
Biz Müslümanlar 1960 yılı yasasını çıkarlarımıza uygu görmüyorduk; ama Hıristiyanlar için buna göz yumduk ve bu yasayı kabul ettik. Onlar daha sonra başka bir kanun söz konusu ettiler. Biz Ortodoks kanununu da bazı endişeler olmasına rağmen kabul ettik. Ama bu kanunu reddeden Lübnan Kuvvetleri partisi oldu. Biz bu kanunu kabul etmiştik; çünkü bizim Hıristiyan müttefikimiz bunu bizden istemişti.
Biz müttefiklerimize vefalıyız
Bu kanun 2018’de uygulandı. Seçimler bu kanuna göre yapıldı. Ama eğer Hizbullah ve Emel olmasaydı ülkenin siyasi organlarında en fazla Hıristiyana yer veren bu yasa uygulanmazdı. Şu anda yurt dışındaki Lübnanlılar seçimlere katılabiliyor. Eğer bu Hıristiyanları memnun ediyorsa biz bundan mutluluk duyarız.
Biz Mişel Aun’un veya Cubran Basil’in yanında yer almak için hiçbir şart koşmadık. Biz onlara hiçbir şart belirlemedik. Bu tüm Lübnanlıların hedefiydi ve müttefiklerimize vefalıydık onlarla karşılıklı saygıyla hareket ettik. Ama Semir Caca, Süleyman Faranciye’nin cumhurbaşkanı olmasından korktu ve bunu engellemek için Muarrab anlaşmasını imzaladı.
Geçen haftaki olay defalarca tekrarlansa bile biz Hıristiyanları koruruz; çünkü biz Lübnan’da iç savaş çıkmasını istemiyoruz. Buna karşın Lübnan Kuvvetleri partisi iç savaş peşinde.
Biz bu partiye ve liderine şunu tavsiye ediyoruz. Lübnan’da iç savaş planlarından vazgeçin. Ben Hıristiyanların ve Hıristiyan şahsiyetlerin ona bundan vazgeçmesini nasihat edeceğini umuyorum. Bu komplonun kime hizmet edeceğinin bir önemi yok. Ama biz ondan iç savaşa sebep olacak eylemlerden vazgeçmesini istiyoruz. Bizim tavsiyemiz iç barışın, güvenliğin ve istikrarın korunması yönündedir.
Onlar eski müttefikleriyle yaptıkları toplantıda Hizbullah’a karşı savaşı gündeme getirdiler. Lübnan Kuvvetleri, Beşir Cumeyyil’den bu yana 25 bin kişilik güç örgütledi. Onlar Hizbullah’ın şu an zayıfladığını ve ondan kurtulma zamanının geldiğini iddia ettiler.
Tabi yaptıkları hesap yanlış. Birincisi Hizbullah 1982’denberi bölgede hiçbir zaman bu kadar güçlü olmamıştı. Biz bölgesel bir ağırlığa sahibiz. Ama Semir Caca bu konuda yanılıyor; siz o zamandan beri daha güçlendiniz mi ben bunu bilmiyorum?
Ülke savunması için 100 bin kişilik gücümüz var
Eğer gerçekten bize karşı bir savaşa hazırlanıyorsan hesabını doğru yapmak için şu söylediklerimi iyi dinle. Ben Hizbullah’ın bu alanda sahip olduklarını anlatacak değilim. Ben yalnızca ilk defa şunu söylemek istiyorum ki bu da iç savaşı önleyicidir.
Herkes beni tanır ve doğru sözlü olduğumu bilir. Hizbullah’ın yalnızca Lübnanlılar arasındaki askeri altyapısı 100 bin kişiden fazladır. Ülkeyi nereye sürüklemek istiyorsun? Çeşitli ve farklı silahlara sahip 100 bin savaşçımız var. Biz bu gücü Lübnan’da iç savaş için hazırlamadık. Lübnan’ı düşmanlara karşı korumak, Lübnan’ın petrolünü, gazını ve doğal kaynaklarını savunmak için hazırladık.
Biz bu gücü Müslümanı ve Hıristiyanı ile Lübnanlıları savunmak için hazırladık; Lübnan iç savaşı için hazırlamadık. Biz asla gücümüzü iç savaşta kullanmadık. Biz Halde’de kayıp verdik, öldürüldük; ama sükut ettik. Çünkü iç savaş peşinde değiliz.
Akıllı ol, yanlış hesap yapma
Ben Lübnan Kuvvetleri liderine şunu söylüyorum. Akıllı olsun, yanlış hesap yapmasın, bizimle edepli konuşsun, şimdiye kadar kendisinin çıkardığı savaşlardan da ders alsın, bizim savaşlarımızdan da ders alsın.
Bugün tüm Lübnanlıların, özellikle de Hıristiyanların Lübnan’ı parçalama peşindeki bu kan içici katile karşı çıkması; Lübnan’da iç savaş başlatmasını engellemesi gerekir. Lübnan’ın iç barışını ve istikrarını bozmasına izin vermemesi gerekir.
Barışçı gösteri tüm Lübnanlıların olduğu gibi Direniş’in de hakkıdır
Biz Beyrut limanı patlaması davasının yargıcına yönelik itirazlarımıza hiçbir cevap alamadık. Dolayısıyla itirazlarımızı gösteri ile ortaya koymak istedik. Bir buçuk yıldır bu ülkede herkes gösteri düzenliyor; bize sövüyor hakaret ediyor. Biz bütün bu süre boyunca sustuk ve kimseye saldırmadık.
Ama bu gösteriler tüm Lübnanlılar gibi bizim de hakkımız. Bütün ülkede gösteriler ve oturma eylemleri yapılıyor. Bu bizim de hakkımız ve biz de gösteri yapabiliriz.
Biz Emel Hareketi ile ortak komitemizde sadece iki üç bin kişinin katılacağı bir gösteri yapmaya, kendi bayraklarımızın açılmasına izin vermemeye sadece Lübnan bayrakları açılmasına ve farklı sloganlar değil sadece ulusal sloganlar atılmasına karar verdik.
Biz bu çerçevede gösteri yaptık; hatta gösterinin zamanı konusunda bile anlaştık ve bu gösteri bir saatten daha uzun sürmesin dedik. Biz bir yerleri işgal etme, ateş açma peşinde değildik. Ama son grup Tayyune’den adliye binasına doğru gelince sorun çıktı ve yanlış slogan atıldı. Evet bazı gençler, bazı yanlışlarla tahrik oldular ve bizim göstericiler yere yığıldılar.
Buraya kadar bir çatışma yoktu, çatışma tek taraflıydı. Bir taraf diğer tarafa saldırıyordu. Emel’den kardeşlerimiz toprağa düştü. Bazıları binalara sığındı. Lübnan ordusu ve ortak komite birkaç saat insanların binalara sığınmasını sağlamak için çalıştı. Ama hala Tayyune’de ateş açılıyordu.
Bizim göstericiler, Lübnan Kuvvetleri’nin ateşi ile şehit oldu. Sonra bazıları gidip silah getirdi ve ateş açılan yerlere ateş açmaya başladı, kendini savunmak zorunda kaldı. Burada araştırılması gereken olaylar oldu.
Katliam failleri yargılanmalı
Bu olayla ilgili birinci husus şudur: Soruşturma hızlı ve acil olmalı, birkaç hafta veya birkaç ay sürmemelidir. Biz soruşturmanın sonucunu bekliyoruz ve faillerin ve emri verenlerin yargılanmasını istiyoruz.
İkinci bir nokta şudur: Bir askerin bir göstericiyi öldürdüğünü gösteren bir video yayımlandı. Lübnan ordusu komutanı bu videoyla ilgili olarak açıklama yaptı ve o askerin tutuklandığını ve sorgulandığını açıkladı. Biz bu adımı olumlu karşılıyoruz; bu askerin bu işi kişisel olarak mı yoksa birinin emriyle mi yaptığının belirlenmesini istiyoruz. Her halükarda da bu katliamın sorumluları yargılanmalıdır.
Bu video sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Tüm bu olaylara rağmen ordunun korunması gerekir; Lübnan’ın ulusal çıkarları için ordunun güçlü olması için çalışmalıyız. Çünkü ordu, Lübnan’ın güvenliğinin asli garantisidir. Eğer Lübnan ordusu olmazsa kesinlikle iç savaş çıkar.
Dolayısıyla ben tüm kardeşlerimden bizi tam da Amerika’nın istediği daha büyük bir soruna sürüklememesini istiyorum. Amerika ve İsrail şu anda Lübnan’da iç savaş istiyor. Lübnan Kuvvetleri’nin planı da Hizbullah ile Lübnan ordusunun birbiriyle savaşmasıdır. Bu, Amerika ve İsrail planıdır.
Elbette bu, yanlış yapan bir asker veya subayın bağışlanması anlamına gelmiyor. Yasal çerçevede sorgulanıp yargılanmalı ve bu konuda Hizbullah ile ordu arasında tahrik ve düşmanlık yaratılmamalıdır.
Ordu, Lübnan güvenliğini oluşturan üç taraftan biridir ve biz buna bağlıyız. Elbette yargı da bu konuda görevini doğru bir şekilde yapmalıdır.
Halkımızın kanından geçmeyiz
Ben, daha önce de Halde saldırısı dosyasını da bizzat takip edeceğime dair söz vermiştim. Bunu yaptım ve o saldırının mahkemesi birkaç gün içinde başlayacak. Ama eğer yargı ve ordu bu konudaki sorumluluğunu yerine getirmeyecekse biz şehitlerimizin kanını yerde bırakmayız.
Bu durum Perşembe günkü olay için de geçerlidir. Bu olayın takipçisiyiz ve taraftarlarımızın kanından vazgeçmeyiz. Eğer yargı bu soruşturmayı oyuna çevirirse kardeşlerimizin kanının yerde bırakılmasın izin vermeyiz.
Liman patlaması
Bu dosyalar gibi liman patlaması dosyasını da takip ediyoruz. Çünkü ulusal çapta olan her şey Hizbullah’ın meselesidir. Bazıları ilk andan itibaren bizi hedef aldı. Onların basını daha ilk andan itibaren bizi karalamaya başladı. Dolayısıyla biz bu konuda çok dikkatliyiz. Olayın gerçekliği aydınlatılıncaya kadar da bunun peşini bırakmayacağız. Çünkü bu konuda bize büyük suçlamalarda bulundular. Biz bu konuda tarafız ve bu suçlamaların aydınlatılması gerekir.
İkinci nokta ise eğer bir soruşturma saptırılıyorsa Hizbullah’a yönelik bir suçlama olmasa bile bu konuda sessiz kalınamaz. Bazıları bu dosyayı siyasi yönde kullanma peşinde. Bizden ve müttefiklerimizden daha da önemlisi gerçekler aydınlatılmalı ve şehit ailelerinin duygularıyla oynanmamalı.
Bu Lübnan Kuvvetleri partisi, şehit ailelerinin duygularıyla oynuyor ve bu ulusal olayı bir Hıristiyan Müslüman meselesi haline getirmeye çalışıyor. Biz bu dosyayla ilgili görevimizi yerine getiriyor ve soruşturmanın adaletle yapılmasını takip ediyoruz.
Bu noktada soru şudur: Bunca ay geçmesine rağmen mahkeme neden raporunu yayımlamıyor ve araştırmasının neticesini niçin açıklamıyor. Bunu genele açıklamak isteniyorsanız bile en azından kurbanların ailelerine araştırmanın sonucunu bildirin.
MTV televizyonu, bu konuda bir yalancı tanık çıkardı ve Hizbullah’ın bu amonyum nitratı koyacak deposunun olmadığını iddia etti. Allah ona şifa versin. Yani bu açıklama akıl işi midir? Peki bu mahkemenin yargıcı nasıl davrandı?
Bu TV kanalını ve onun yalancı tanığını yargılamak yerine onun hiçbir araştırmaya, delile ve belgeye dayanmayan iddiası ile dosya açtı. Elbette bizim bu dosyayla ilgili taleplerimizin sebebi bu değil. Meclisten ve diğer merkezlerden bize bu dosyayla ilgili olarak Hizbullah’a yönelik hiçbir suçlama olmadığı konusunda garanti verildi.
Biz bu meselenin peşinde değiliz. Biz bu araştırma konusunda adaletin yerine getirilmesini ve şehitlerin kanının yerde kalmamasını istiyoruz. Biz şikayetimizi tüm devlet krumlarında söz konusu ettik, başvurmadığımız hiçbir yer kalmadı. Yargıçlar ve mahkemeler bizim sözlerimie doğru diyor, ama bize cevap vermiyorlar.
Bazı elçilikler liman patlaması yargıcını koruyor
Amerika ve Frsnsa, yardımlarını liman patlaması davasına bakan yargıcın değiştirilmemesi şartına bağladı. Bu durumda bu yargıcın bir diktatör olacağı ve hiçbir kanun kural tanımayacağı bellidir. Arkasının sağlam olduğunu düşünüyor; peki bu adalet ve hakikat midir?
Bu açıkça bir davanın siyasileştirilmesidir. Bu cinayetin en büyük sorumluları bu adliye yargıçları ve savcılarıdır. Onlar bu amonyum nitratı kimin getirdiğini açıklamalıdır. Eğer bu amonyum nitrat boşaltılmasaydı, gemide kalsaydı ve geminin gidişine izin verilseydi bu olay olmayacaktı. Yargıç bu olaydaki sorumluluğunu kabul etmelidir. Bu, tüm Lübnanlıların sorduğu bir sorudur.
Peki bu yargıçlarla ilgili bir soruşturma veya şikayet oldu mu? Niçin o amonyum nitratı limana depolatan yargıcın kim olduğu açıklanmıyor? Peki bu gerçekten adalet midir? Bazı tutuklamalar ve mahkeme celpleri çok hızlı olabiliyor. Neden bazı yabancı elçilikler bunun arkasında ve onu destekliyor?